Arapça’da “karmak, harmanlamak” anlamını taşıyan “h-l-t” fiilinden türemiş bir isim olup “karışım malzemesi”, “karışım” manalarına gelmektedir. Çoğul olarak “ahlât” kelimesi kullanılmaktadır. Terim olarak “hılt”, dört nitelik ve dört unsurun vücutta meydana getirdiği dört salgıdan her birini belirtmek için kullanılmaktadır: Kan, balgam, sarı safra ve kara safra. Bu dört salgıya özetle; “Ahlât-ı Erba’a” denilmektedir.
Tıp tarihinde Ahlât-ı Erba’a olarak bilinen bu anlayışın kökleri eski Mısır’a kadar gitmektedir. Mısırlı hekimler, bir hastalık meydana geldiğinde o hastalığın sebebi olarak bünyedeki bu dört sıvının kirlenmesini gösterirlerdi. O nedenle hastalıkları tedavi ederken kirli sıvıların boşaltılması (kan almak, müshil vermek vb.) yoluna giderlerdi. Mısır’da Ahlât-ı Erbaa nazariyesinin bu ilk hali işlenirken tarihi süreçte bu teorinin geliştirilmiş ve genişletilmiş ikinci halini Antik Yunanlı filozof ve bilim adamları devralmaya başlamıştır. Dolayısıyla Antik Yunan’da tıp dünyasının önemli bir ismi olan ve tedavi yöntemleriyle bilinen Hipokrat (MÖ V. asır) ahlât teorisini geliştirmiş ve sonraları bu anlayış Galen’in teoriyi daha da geliştirmesiyle XIX. yüzyıla kadar tesirini sürdürmüştür.
Hipokrates, varlık kazanmış her şeyin temelinde dört unsurun (ateş, hava, su, toprak) ve bunlarda içkin şekilde bulunan dört niteliğin (sıcaklık-soğukluk, nemlilik ve kuruluk) yer aldığını, bunların bütün cisimlerde ortak olduğunu düşünmektedir.
Yani tüm varlıklar bu unsur ve niteliklerin belli oranlardaki karışımlarından meydana gelmiştir ki esasında bu görüşü ilk ortaya çıkaran da Sicilyalı Empedokles (MÖ 492- 110 1. İnsan bünyesinde var olduğuna inanılan ve safra, sevda, dem ve balgamdan oluşan dört unsur. 2. Karışım, karışmış olan nesne.
İşte Hipokrates’in de yaptığı şey, Empedokles’in tabiat için geliştirdiği “Anasır-ı Erbaa” (Dört unsur: Ateş, hava, su, toprak) teorisini alıp insan bedenine uygulamak olmuştur. Buna göre insan vücudunda bulunan ve sıvılardan oluşan bu dört nitelik; kan, balgam, sarı safra ve siyah safra’dır ki bunlar sırasıyla şu nitelik çiftlerinden biri ile ilişki içindedir: Sıcak-nemli, soğuk-nemli, sıcak-kuru, soğuk-kuru.116 Hipokrates’e göre insan varlığını, büyümesini ve beslenmesini saydığımız bu dört sıvıya borçludur.
Ayrıca insanın sağlıklı olup olmaması da bu sıvılara bağlıdır. Eğer ilgili sıvıların karışımı dengede olursa sağlık, sıvılarda dengesizlik baş gösterirse hastalık meydana gelmektedir. İşte tüm bunlarla birlikte canlılar arasındaki farklılıkların ve davranışlardaki değişkenliklerin nedenini bu sıvılara bağlayan Hipokrates, bu dört sıvının oranları arasındaki denge, düşünme, hissetme ve davranıştaki farklılıklarımızdan sorumlu, görünmeyen içsel bir yapı meydana getirir. Hipokrat’ın bu teorisini tabiri caizse eksik yönlerini genişleterek ele alan Helenistik dönemin en önde gelen hekimi olan Bergama’lı (Ferğâmus) Galen, antik çağın tıbba ve anatomiye dair dağınık halde bulunan fikirlerini bir araya getirmiş, bölünmüş tıp okullarını birleştirmiş ve yapmış olduğu çalışmalarla yaklaşık on beş asır boyunca tıp ve anatomi çalışmalarına etki etmiş bir isimdir.
Mizacı ilk planda sıcaklık, soğukluk, kuruluk ve yaşlık olmak üzere dört niteliğin karışımı(imtizâc) olarak tanımlayan Galen olmuştur. Galen’e göre madde(heyula) ve sûretle birlikte bu dört niteliğin karışımı, her türlü cismin genel cevherini oluşturmaktadır.123 Mizacın oluşumunda ortaya çıkan yaklaşımlardan biri olarak rastladığımız, insan bedenindeki dört temel sıvıdır. Vücuttaki bu karışım; tıp tarihinde hastalıklara yaklaşımda, Eski Yunan’da Humoral Patoloji Teorisi, İslam tıbbında ise Ahlât-ı Erbaa teorisi olarak bir tıbbi düşünce sisteminde esas alınmıştır. İnsan bedeninde dört temel sıvının olduğu, hastalıkların bu sıvıların vücutta dengesiz dağılımıyla oluştuğu anlaşılmıştır. Tedavilerin ise bu sıvıların vücutta tekrar dengeli bir hale getirilmesiyle mümkün olduğu anlayışı hâkim olmuştur.”
Bu anlamda dört sıvı, temelde insan bedeninde hep beraber var olurlar. Dolayısıyla insan bedeni için dört çeşit karışımdan yani kıvamdan bahsedilebilir. Buna göre insanın dört çeşit sağlık durumu vardır ve insanlar bedenlerindeki baskın sıvılardan hareketle mizaç olarak dört gruba ayrılabilirler. Bunlar soğukkanlı (phlegmatic), sıcakkanlı (sanguine), asabi (choleric) ve melankolik (melancholic) mizaçlardır. Hipokrat’ın taslağını koyduğu bu teoriye Eristratos ve Asclepiade tarafından eklemeler yapılsa da teoriye son şekli Galen tarafından verilmiştir.
Ahlât-ı Erbaa fikrini benimseyenlerden biri olan Aristoteles’e (389-322) göre her bir element diğerine dönüşebiliyordu. Tabiattaki dört temel unsur/elementin her biri bir araya gelmeyi, birbirine dönüşümü ve yeni bileşik oluşturmayı kabul etmektedir. Tercümeler dönemine baktığımız zaman İslam dünyasına aktarılan bu teori, ilk dönem mutezile âlimlerinden Cahız’ın ilgisini çekmiş ve bununla ilgili kayda değer görüşlerini eserlerinde işlemiştir. Cahız, Ahlât-ı Erbaa “dört unsur” teorisine etkilendiği Galen’in mizaç fikirlerine benzer olan “denge” yaklaşımını benimser ve insan bedeninde bulunan bu dört unsurun ancak insan bedeninde bir dengede olduğu zaman kişinin sağlıklı, denge bozulduğunda kişinin sağlığının bozulabileceğini eserlerinde anlatmaya çalışmıştır. Ona göre bedeni oluşturan bu parçalar ve karışımlar dengede olduğunda kişi sağlıklı, denge bozulduğunda ise hasta olmaktadır ya da en azından ideal bir performansı yerine getiremeyecek duruma gelmektedir.
Örneğin safralardaki bozukluk insanın sağlıklı bir şekilde düşünmesini engellemektedir. Bedenindeki balgam ve soğukluk dengesinin bozulmasıyla kişi humma hastalığıyla karşı karşıya gelmektedir.Cahız, karışımların dengesinde oluşabilecek herhangi bir arızada veya eksiklikte sadece humma gibi iç hastalıkların oluştuğundan bahsetmez, bir başka eserinde bu dengesizliğin dış hastalıklara da sebebiyet verdiğini belirtir. Şöyle ki deri hastalıklarında rengin değişimi de vücuttaki karışımların eksikliğinden kaynaklanmaktadır der ve bunu açıklar: Kara safradaki eksiklik derinin kara olmasına, balgamın eksikliği ise derinin beyaz olmasına sebep olmaktadır.
Cahız’ın bu açıklamalarına baktığımızda insan bedenindeki karışımın (ahlât), denge (i’tidal) halinde olması sağlık açısından kişinin psikolojisine etki edebilmektedir. İnsanın davranışlarındaki normallik ve anormallikler mizacın dengede olup olmamasıyla yakından ilgilidir. Ayrıca bu dengeye göre insanın yaşam kalitesinin seviyesinin ne derecede olabileceğini anlamak da güç olmayacaktır. Gelişen iç salgılar bilgisine göre, mizaç farkları üzerinde etki yapan, salgı bezlerinin kana verdiği bu maddelerdir (yani ahlât-ı erbaa’dan her biri). Cisimler, ateş, hava, toprak ve suyun herhangi birine olan baskınlığına göre bir yapı kazanırken, insan mizacı da bu dört unsurun nispetine göre bir yapı kazanır. Yani bir insanda bu dört unsurdan herhangi birinin oranındaki fazlalık/eksiklik mizâcın oluşumuna tesir etmektedir. İnsan, sıvıların farklı oranlarda karışmış olmasına göre, özel bir mizâca sahip olur.
İnsanın mizacları bu dört sıvıdan birine eğilimlidir. Dolayısıyla bedenimizde sıvılardan birinin fazla olması halinde insan mizâcını da sıcakkanlı/demevî (sanguin), sakin- tembel/balgamî (flegmatik), öfkeli-az canlı/safravî (kolerik) ve karamsar/sevdavî (melankolik) olarak belirler.
Son olarak değinmek istediğimiz İhvân-ı Safâ (X.YY) düşüncesinde bu dört sıvıyla ilgili dikkat çekici bir husus vardır: Müziğin insandaki sıvıların oranlarına A etki ederek onda davranışsal ve ahlaki sonuçlar ortaya çıkarması Hipokrat’la başlayan ve Galen’le sürdürülen Ahlât-ı Erbaa teorisine dayanmaktadır. Buna göre bedendeki bu dört sıvının birbirine oranları insanın sağlığına, davranışlarına ve ahlakına etkide bulunduğuna dair kabul edilen görüşü desteklemektedir. Bu şekilde devam eden dört karışım teorisi dokuzuncu asırdan itibaren Müslümanlarla tanışmış ve bu tıp geleneği İslam düşünce dünyasında yaygınlaşmaya başlamıştır. İhvan-ı Safâ grubu da bu geleneğin içinde yer almış insanın sağlıklı ve ahlaklı olma durumunu bedendeki dört sıvı unsurun dengeli bir şekilde olmasına bağlamıştır. İnsan mizacı bu dört sıvının denge halinde olmasıyla sağlıklı/ideal bir mizaca sahip olabiliyorken bu sıvıların oranındaki azlık veya çokluk farkları kişiye özel bir mizaç durumunu ortaya çıkarmaktadır. Öte yandan bu dört sıvıdan herhangi birinin oranında değişiklik olması halinde insanın davranışlarında beliren sağlıklı olmayan bir durum meydana gelebilmektedir. Bedende bulunan sıvıların oranlarının değişmesi yani dengeye kavuşması Galen ve Cahız’a göre mizacın itidal halini alması demektir. Sağlıklı bir beden için insan bu sıvıları dengeye kavuşturabilir mi? Bunun için yine insana düşen yapması gereken birtakım vazifeler olacaktır ki bunu Cahız’ın mizaç teorisinden beslenerek ileride izah etmeye gayret edeceğiz. Kaynaklarda mizacın çeşitli kavramlarla bir kullanıldığına çokça rastladığımız için öncelikle mizacla ilişkili en çok kullanılan kavramlara burada değinmeyi uygun görmekteyiz.
Yazar : Amine Bayır (Câhız’ın Ahlâk Teorisine Göre Mizacın Değişmesi ve Pratik Değeri Tezinden )